27 Mayıs 2017 Cumartesi

Italya'ya gitmeden önce...

Herkese merhaba! Aklıma bir yere gitmeden önce orayla ilgili hangi filmleri izlediğimi yazsam şeklinde bir fikir geldi. Daha önce benzeri yada aynısı yapıldı mı bilmiyorum ama umarım ilginizi çeker.

Çok uzun yıllar önce gitmiş olmama rağmen nedense ilk İtalya'yla ilgili yazmak istedim.

1) Under the Tuscan Sun
Toskana'ya gitmeniz gerekmiyor, film İtalya'nın bir sürü değişik yerini gösterdiği ve çok da kafa yormayan, düşünmenizi gerektirmeyen bir film olduğu için bence izlenmeli.

2) Gladiator
Sebebi malum :) Özellikle Roma göreceğiniz yerler arasındaysa gezeceğiniz yerler filmi izledikten sonra daha anlamlı gelecektir.

3) Pompeii: The Last Day
Pompeii beni şu zamana kadar gördüğüm gittiğim şehirler arasından en etkileyenlerden oldu. Göreceğiniz yerler zaten oldukça çarpıcı, ama filmde verilen detaylarla gözünüzde o gece yaşananlar daha iyi canlanacaktır. Pompeii'yle ilgili başka bir sürü film çekilmiş, ben izlemedim ama bu film yakın tarihli olmamasına rağmen sıkmayacak filmlerden.

4) Inferno
Floransa benim Avrupa'daki en sevdiğim şehirlerden biri. Film tamamen Floransa'da geçmiyor, hatta bir kısmı da İstanbul'da geçiyor, ancak İtalyan tarihiyle ilgili bir kaç bilgi vermesi ve Floransa'nın değişik yerlerini göstermesi beni etkilemesine yetmişti. Bu arada beni asıl etkileyen kitaptı, vaktiniz varsa bence önce kitabı okunmalı, sonra filmi izlenmeli.

İtalya'yla ilgili ilk aklıma gelenler bu kadar, başka bir yazıda görüşmek üzere! :)

Sevgiler,
B.

8 Nisan 2017 Cumartesi

Londra, Birleşik Krallık

Çok çok çok tatlı bir şehirden merhaba, bu yazımda Londra'dayız!

Londra, nedense havasının ve insanlarının soğukluğuyla bilenen bir şehir. Kalabalık ve gürültülü. Tam da benim sevdiğim gibi :) Tam bir şehir insanı olduğum için her aklıma gelişinde "işleri ayarlasam da, tekrar gitsem" dediğim bir yer.

Londra, gezilmesi çok kolay ve zevkli bir şehir. Metro hatları o kadar geniş ki, neredeyse her evin önüne kadar gelen metro durakları varmış, bunun için de trafiğe girip saatler kaybetmenize gerek yok, makul fiyatlarla alacağınız Oyster kartlarıyla haritanız varsa, her yere gidebilirsiniz.
Sokaklar ise, tam bir Avrupa şehrine yakışır şekilde, sokak müzisyeni ve ucuza yemek yiyebileceğiniz yerlerle dolu.
Şu an gitsem, ilk yapacağım şey, şehrin tamamını görmek için London Eye;





Daha sonrasında da kanal turu.


Etrafı gördük de ne gördüğümüzü anlamıyoruz derseniz, birçok müze arasından adına kanıp British Museum'a gidebilirsiniz.

British Museum'da, ilk gördüğümüzde "aa bunlar da bi yerden tanıdık" diyebileceğimiz eserler, hatta bölümler var. Çok büyük bir müze olduğu için katlara bölmek yetmemiş, bir de bölümlere ayırmışlar. Hani adının British olduğuna aldanmayın, orta doğuda Afrika'ya, Amerika'ya kadar her yere ait eserler var. Zamanında Mısır halkından satın aldıkları gerçek mumyalar var. 2-3 saatinizi ayırarak birçok yerin tarihine ait bilgi edinebiliyorsunuz. 






 Madame Tussauds ve Sherlock Holmes müzeleri de, fiyatlarını gereksiz fazla bulsam da, yine olsa yine gitsem dediğim yerlerden.
Öğrenci olunca ve belli bir yaşın altında olunca daha uyguna geliyor ama, sterlin kuru üzerinden liraya çevirince biraz fazla gelmişti. Bu yüzden de çoklu bilet alma seçeneğiniz var, mesela hem London Eye'a gideceksiniz, hem de Madame Tussauds'a. Bunun için biletleri tek tek almaktansa kampanyalı gibi satılan çoklu biletler daha ucuza geliyor. Hatta kendi istediğiniz yerleri seçerek kendi biletinizi de oluşturabiliyorsunuz. Onun da linkini buraya bırakıyorum. 



Buckingham Sarayı'nda gerçekleşen, youtube'da da videoları bulunan bir nöbet devir teslim töreni var. Hala bu tip gelenekleri sürdürüyor olmaları bize oldukça ilginç gelmişti. Kıyafetler, şapkalar olsun hayli değişik. Yazın her gün oluyormuş, onun dışında haftada 4-5 kere. Tarihler internet sitelerinde de yazıyor. Annem atlarla fotoğraf çektirirken atlardan biri annemi yalamıştı :) Atlardan birinin sizi yalama ihtimalini kaçırmazsınız umarım :)
Ben katılmadım, ancak sarayın içini görebileceğiniz turlar da varmış. Linkini buraya bırakıyorum. 

Oxford Street ve Hyde Park'tan çok da bahsetmeme gerek yok herhalde :) Yeşillik alanlarına çok değer verdikleri için Hyde Park onlar için oldukça önemli bir yer. Normal bir parka göre biraz daha turistik olduğu için küçük bir hırsızlık olayı yaşamıştık, onun dışında çok huzur ve oksijen sağlayan bir park. Gerçi söylediğim gibi, yeşile çok önem verdikleri için mezarlık alanları bile yeşillikler içinde ve insanların yürüyüş yapmak, dinlenmek için tercih edebileceği yerler.

Oxford Street ise, sanki açık alana kurulmuş dev bir alışveriş merkezi sokağı. Sağlı sollu dükkanlar ve ellerinde torbalar taşıyan insanlardan geçilmiyor. Bizim İstiklal Caddesi'ne benzetilebilir. Alışveriş yapmak için başka bir yere bile gitmeye gerek yok. Sadece alışveriş için değil, yemek yemek için de yerler var. Hatta bi tane Kahve Dünyası bile vardı, hala var mıdır bilmiyorum, Türk kahvesini özleyenlere bir seçenek olabilir.

Londra'yla ilgili söyleyeceklerim bu kadar. Bir sonraki yazımda görüşmek dileğiyle.

Sevgiler,
B.


20 Şubat 2017 Pazartesi

Berlin, Almanya

Ayağımın tozuyla geldim ve yazımın başına oturdum, Berlin'e gitmelisiniz Berlin çok güzel!

Toplam 3 günü sadece Berlin'e ayırdık ve günlük sınırsız toplu taşıma kartıyla şehrin bir ucundan bir ucuna, istediğimiz her yere gittik.

Öncelikle Berlin gezinizi kışın gerçekleştirmeyi planlıyorsanız bir daha düşünün, çünkü soğuktan burnumuz düştü. Onun dışında kültürü, tarihi ve bize benzerlikleriyle yabancılık çekmememizle çok sevdiğim bir şehir oldu Berlin.

Maalesef Almanya denince akla gelen ilk şeylerden biri Hitler ve Hitler Almanyası olduğu o tarihlerin günümüze yansımalarından başlıyorum. Malum, Hitler'in asıl niyeti anlaşıldığı zamana kadar bir sürü masum insan katledilmiş ve bunun unutulması, hazmedilmesi kolay bir şey değil. Aşağıdaki resim de ölen insanların anısına yapılmış bir anıt mezar. Sayıları ve boyut olarak değişkenlik göstermeleriyle ölen insanları temsil ediyor.





Bu anıta yürüme mesafesinde bulunan Pariser Meydanı, ismini Berlin'in Paris'in işgaline uğradığı zamandan alıyor. Bu Brandenburg Kapısı denilen zafer takı, şehir işgal edildiği zaman ayakta kalan tek yapıymış. Üzerindeki 4 atlı ve demir haç, barışı simgelemesi için daha sonradan eklenmiş.




Berlin'de bir başka görülmesi gereken yer ise Berliner Dom, yani Berlin Katedrali. Ben hayatımda camiden çok kilise, katedral gördüm ve neredeyse her gittiğim şehirde en az 1 tanesine gitmişimdir, içini bu kadar beğendiğim başka bir kilise olmamıştı.



DUVAR

Berlin Duvarı'nın başının Berlin'in bir ucunda kalmış, sonunun diğer ucunda kalmış olmasının nasıl azizliğine uğradığımızı anlatayım. Berlin Duvarı fotoğrafları diye gördüğümüz grafitiler ilginç resimler, öpüşen adamlar meğerse bizim duvar görelim diye gittiğimiz yerde değilmiş :( Diyoruz duvar nerede, dalga geçiyorlar sandık iki sıra beton ve demir görünce. Gitmeden önce duvarın gitmek istediğiniz tarafının durağına iyi baktığınıza emin olun yani :)





Berlin'e gitmeden önce araştırıp merak ettiğimiz yerlerden biri de Bergama Müzesi'ydi. Fiyatları bir müze için oldukça pahalı olmasına ve öğrenci kimliklerimizin hiçbirini kabul etmemelerine rağmen görülmeye değer olduğunu düşünüyorum. İçeride tanıdık bir sürü esere rastladık ancak siyasi muhabbetlere girmek istemediğim için istediğim gibi soru soramadım. Fakat Türkçe de dahil bir sürü dilde sesli rehber var. (sesli rehber diye çevirdim ama olmadı, audio guide demek istedim, bozmayalım lütfen :))

Bir de Unterwelten diye bir yer altı müzesine gittim ki, beni en en en çok etkileyen yerdi kesinlikle. Klostrofobiniz vs varsa pek size göre bir yer değil maalesef. Ki ben kokulardan kolay rahatsız olan biriyimdir, ona rağmen anlatılanlara kendimi kaptırıp hiçbir koku farketmedim. Gidince görmenizi çok istediğim için çok bahsetmeyeceğim tabi ama, Hitler'in ilk iktidara geldiği zamanlar halkı ikna etmek için neler yaptığını, korkutarak, sindirerek bastırdığını ve onları aslında kurtardığına nasıl inandırdığını görebileceğiniz bir yer. İçerideki barınakları, sığınakları ve hendekleri konulara ve kısımlara ayırmışlar, yani rehber eşliğinde gezebileceğiniz 4-5 farklı yer var. Biz ilk kısma gittik ama vaktimiz olsaydı diğerlerine de girmek isterdim.

Berlin'de bir başka farkettiğimiz şey ise şehrin değişik yerlerinde bulunan, havadan geçen borular. Meğerse onlar metro hattı yapılırken toprağın suyunu çekmek için yapılmış, çünkü toprak o kadar yapış yapış ve küçük taneliymiş ki 1 2 metre kazdıktan sonra hemen su çıkmaya başlıyormuş. Koca şehir tesisatı kötü yapılmış bir bina gibi. Kötü gözükmüyor, muhtemelen işlev de görüyordur, ama bunu burda ne işi var dedik:)





Berlin'e tekrar gidip gezemediğim müzeleri gezmeyi, güzel havalarda gidilebilecek yerlere uğramayı çok isterim. Size de mart ayından önce gitmemenizi öneririm. :)


Sevgiler,
B💋

2 Ocak 2017 Pazartesi

Üsküp, Ohrid, Makedonya

Balkanlar'ın en şirin ülkelerinden biri: Makedonya. Sanki hep çok yakın, nasılsa gidilir dediğimiz, ama gittikten sonra da şaşırtan ve hayran bıraktıran bir ülke.

Ulaşım için ufak bir havaalanları var, ancak biz Yunanistan üzerinden arabayla gelmiştik. Zaman açısından tabi ki uçakla gelmek daha kolay olacaktır.

Şehir mütevazi bir kasaba görünümündeyken sanırım Avrupaileştirmek için değişik yerlere şehre pek de yakışmayan heykeller dikmişler.




Şehrin heykellerle kaplanmamış kısımları ise tam da hayal edeceğimiz Üsküp. Fatih Sultan Mehmet'in bitirdiği Taş Köprü, tarihi Çınar Meydanı ve pazar, Türk Çarşısı, eski sokakları Üsküp'ün mutlaka görülmesi gereken yerleri. Çınarın altında güveçte kuru fasülye yemeği yiyebileceğiniz bir sürü dükkan var ve oldukça lezzetli yapıyorlar.



Üsküp'te mutlaka görmeniz gereken bir başka yer de Rahibe Teresa'nın kendisi gibi mütevazi evi ve anıtı.

Sanki elimizle koymuş gibi bir Türk dönercisi bulup karnımızı doyurmuştuk. Bir de sokaklarda fotoğrafta gördüğünüz şekilde bir tatlı makinesiyle tatlı yapıp satıyorlar, bizim damak tadımıza da uygun olduğu için çok beğenmiştik.





Gelelim güzeller güzeli bir şehre, Ohrid. Buraya gelip de burdan ev almak istemeyen yoktur herhalde. Dünya tatlısı bir sahil kasabası düşünün, ancak sahil kesimindeki evler bile eski taş binalar. Nasıl pazarlaması yapılmamış bugüne kadar, neden dünyaca ünlü bir yer değil, kesinlikle anlamadım.

Huzur dolu bir tatil şehri, özellikle yazın su daha sıcak olduğu için göle giriliyormuş. Biz girmedik ancak devamlı olarak gölde tur yaptıran yatlar var. Bir tanesini kiralamanız için 3-4 kişi olmanız yetiyor.

Sahil kesiminde sıralanmış bir sürü hem canlı müzik yapan hem deniz ürünleri servis eden restoranlar var.

Girip gezebileceğiniz bir tarihi kiliseleri, bir de eski zamanlardan beri kullanılan bir parşömen yazı atölyeleri var. İlk açıldıklarında nasıl yazı yazdıklarını göstererek kısaca anlatıyorlar. Hatıra için kendi adınızı yazdırabiliyorsunuz.

Bir de Ohrid Gölü'nden çıkardıkları incilerle yaptıkları mücevherler var. Hatıra ya da hediye için o da güzel bir seçenek.






Bu iki tatlış şehre yakın zamanda tekrar gidebileceğimi zannetmiyorum, ancak bir daha özellikle yaz mevsiminde gitmek istiyorum!

Sevgiler,
B.




24 Kasım 2016 Perşembe

New York, ABD

Yine gitmek için devamlı olarak uçak biletlerine baktıran ve böbreğimi kaça satarsam yeterli olur diye hesaplar yaptıran bir eyalet: NY.

Gezmesi çok kolay, görülecek yerleri çok fazla, özellikle İstanbul'luysanız sesi ve kalabalıklığı dolayısıyla size hiç yabancılık çektirmeyecek bir yer.

Yabancılık çektirmek demişken, New York'a vardığımızda gezimizin son günleriydi ve yavaş yavaş vatanımın taşı toprağı diye hasret çekmeye başlamıştık ki aklımıza New York'ta Simit Sarayı olduğu geldi. Zaten aç kalınacak bir yer değil ama, illa ki çay içerim diyenler için tanıdık bir seçenek. Bu arada ben gitmedim ama New York'ta Güllüoğlu da varmış.

Hazır yemeklerden konu açılmışken New York'ta ne yenir, ne içilirden başlayayım. Öncelikle neredeyse her köşe başında Starbucks var. Biz genelde kahvaltıyı otelde alıp, arada kahve içtikten sonra öğle yemeğini dışarıda yedik, akşam yemeğini de atıştırmalıklarla geçiştirdik. Bunun için de Wallgreens gibi her yerde olan büyük marketlerden meyve ya da çerez aldık. Bir de çok şanslıyız ki biz oradayken Fransız kültür festivali vardı ve yiyecek ikramı yapılıyordu. Burdan bütün Francophone kardeşlerimi selamlıyorum. :) Onun dışında yemek yemek için McDonalds, Taco Bell, Pizza Hut gibi bir sürü zincir fast food restoranı var. Biz sırf meraktan Chipotle ve In-n-out'u denedik.  (Bu arada In-n-Out sadece California'da varmış. Buraya neden yazdım bilmiyorum. :))Ve son gün, artık gidiyoruz, uçakta uzun saatler bizi bekliyor, güzel bir yerde yemek yiyelim dedik. Times Meydanı'ndaki Olive Garden'da karar kıldık. Çok çokçok çokçoook öneriyorum, her şey çok güzeldi. Ne yerseniz yiyin, memnun kalacağınızı düşünüyorum, çalışanları da çok ilgiliydi.

Tabi ki New York'ta gezilecek yerler bitmez, ancak ben iyi ki gördüm dediğim yerlerden bahsedeceğim. Ben bunu her gittiğim yer için söylüyorum, ama New York için tekrarlıyorum çünkü çok büyük bir yer, kaldığınız yerin merkeze yakın olması, metroya ulaşımın kolay olması çok büyük rahatlık. Şehir zaten caddelere ve sokaklara bölünmüş olduğu için elinizde bir haritayla merak ettiğiniz her yere çok kolay gidebiliyorsunuz. Metro ağı da oldukça geniş ve insanlar trafikten dolayı araba kullanmayı pek tercih etmiyor. Bisikletle düğüne giden insanlar gördük.

Times Square ve çevresi için en azından tam bir gün ayırmak gerektiğini düşünüyorum, ki bizim otelimiz meydana çok yakın olduğu için oldukça fazla zaman geçirme imkanımız oldu.


Meşhur Özgürlük Anıtı, bir adanın üzerinde olduğu için çok fazla yaklaşamıyorsunuz. Biz de bunun için bir "üçkağıt" düşündük :) Staten Island'a giden feribotlar bedava diye duymuştuk, yolculuk boyunca da Özgürlük Anıtı'nın önünden geçiliyor. Sadece Staten Island'a giden feribotların kalktığı limana gitmemiz gerekti. (tık tık) Staten Island'a gidene kadar anıtın önünde bol bol fotoğraf çektik, adaya indikten sonra da vakit kaybetmeden dönüş için diğer feribota bindik, tarifeler de oldukça sık.



New York'ta mutlaka görmeniz gereken başka bir yer de, tabi ki Empire State Building. Burada da özellikle gün batımı saati Halk Ekmek kuyruğunu görmeniz mümkün, o yüzden güneşin batış saatini önceden ayarlayıp en az bir saat önceden gitmeniz gerekebilir. İçeride güzel fotoğraf çekemeseniz bile kendileri çekip sizi fotoşopla manzaranın önüne koyuyorlar.



Kesin görülmesi gereken başka bir yer, tabi ki, Central Park. Sanırım çevrenin çok gürültülü ve kalabalık olması ve hep gökdelenler, yüksek binalarla gökyüzünün kapanmış olmasından dolayı, inanılmaz huzur veren bir ormanlık alan. İçinde faytonlar, koşan insanlar, müzik çalarını getirip tango gösterisi yapanlar, köpeğini gezdirenler ve turistler. Bu kadar çeşit insanı bir arada başka nerede görebilirsiniz, bilmiyorum.





Yoko Ono'nun John Lennon anısına yaptırdığı taş.


11 Eylül kurbanlarının anısına çok güzel bir anıt yapmışlar, kanyon gibi içinden su geçen dev bir boş havuz düşünün, havuzun etrafında da ölenlerin isimleri kazınmış. Eskiden kulelerin olduğu yerde bulunuyor.

Wall Street Caddesi'nin meşhur boğa heykelini de gördük. Boğanın malum yerlerini ellemeniz mi gerekiyormuş, şansınız mı artıyormuş ne.


Alışveriş konusuna girmiyorum bile, çünkü her yer alışveriş merkezi ve sokaklar hep dükkan dolu. Macy's gibi büyük alışveriş merkezlerinde zaten istediğiniz her şeyi bulabilirsiniz, yani bu şehirde aradığınız bulamıyorsanız hiçbir yerde bulamazsınız zaten. O derece.

Bu videoyu da buraya rüyalarınıza girsin diye koyuyorum :)

Yazarken belli oldu mu bilmiyorum ama anlatırken ağzım sulandı resmen, kesinlikle bir daha gitmek istediğim bir yer.

Sevgiler,
BA.

30 Ekim 2016 Pazar

Lesedi Kasabası, Sun City, Johannesburg, Güney Afrika

Bana göre Güney Afrika'da mutlaka görülmesi gereken yerler.

Bugün size gerçekten Afrika'da olduğunuzu hissedeceğiniz, egzotik hayatla ve yerlilerle karşılaşacağınız ve bir daha mutlaka gitmek isteyeceğiniz bir "dünyadan" bahsedeceğim.

Daha önceki bir yazımda (tık tık) Cape Town'un adeta bir Avrupa şehri olduğundan ve hayal ettiğimiz Afrika'dan alakasız bir şehir olduğundan bahsetmiştim. Johannesburg için de aynı şeyi söyleyebilirim, çünkü Johannesburg isminin neden ve nasıl adını duyurduğunu, tur programlarına nasıl girdiğini hiç anlayabilmiş değilim. Gittiğinizde görebileceğiniz tek şey Nelson Mandela'nın yaşarken bir dönem kullandığı evi, ki birçok şehirde evi varmış, oraya da zaten giremiyorsunuz.

Johannesburg'da dikkat çeken bir şey varsa o da neredeyse bütün evlerin yüksek ve elektrikli tellerle çevrili olması. Güvenlik açısından ancak yeterli görülmüş, hatta sokaklarda belli bir saatten sonra kesinlikle gezmemenizi söylüyorlar. Mandela Square adını verdikleri bir meydan var, bu meydanda istediğiniz gibi yeme ve alışveriş yerleri bulabiliyorsunuz. Zaten şehir küçük olduğu için çoğu yere yürüyerek, hava kararmışsa da taksiyle gitmek mümkün.

Şimdi gelelim heyecanlı kısma. Lesedi Kasabası, yani yerli hayatı göstermek için kurdukları aslında yapay bir kasaba. Şehirden uzakta ve oldukça sapa bir yerde, bu yüzden yerel turlarla ulaşmak daha mantıklı olacaktır. İçinde sizi gezdirecek ve bir zamanlar yaşanmış vahşi hayatı anlatacak yerli kıyafeti giymiş kişiler var, evleri, bahçeleri de eski usule uygun düzenlenmiş. Mesela yemek yapılan yere girerken, komşunuzun evine giderken bile girmeden söylemeniz gereken bir şarkı var. Bu şekilde içerideki kişiden izin istiyorlar.


Kasabanın içerisinde yöresel yemekleri tadabileceğiniz bir restoranları var. Timsah eti vardı. :( Merak edenin deneyebileceği temiz bir yer.

Yemekten sonra size yöresel danslarını sergiledikleri bir de şov hazırlamışlar. Yarım saat kadar sürüyor ve gerçekten ilgi çekici. Kendi hayatlarını, savaşlarını anlatıyorlar tabi ama maalesef dillerini bilmediğimizden tamamını anlayamadık.




Lesedi'den sonra yaklaşık 5 saatlik bir yolculukla Sun City şehrine vardık. Sun City çölün üzerine kurulmuş ve sadece hotellerden oluşan bir şehir. Aynı Las Vegas gibi, insanlar eğlenmeye ve kumar oynamaya gidiyor. Doğma büyüme yerli gibi bir kavram yok.

Şehirde sadece hoteller olduğu için de normal araba kullanan yok. Hotellerin hepsinin shuttle servisleri var ve istediğiniz yere her zaman götürüyorlar.

Şehirde hayvanların doğal ortamını göreceğiniz çok büyük bir "park" var. (tık tık) Park dediysem hayvanat bahçesi tadında sonradan yapılmış bir şey değil, sadece önüne gelen girip hayvanları ürkütmesin, ya da bir tehlikeyle karşılaşmasın diye etrafı çevrilmiş ve sadece safari araçlarıyla girilebiliyor. Bu safari araçları 15-20 kişilik ve bütün hoteller turu ayarlamak için yardımcı oluyormuş.

Öncelikle hayvanları korkutmamak için sessiz olmanız, araba içinde ayağa kalkmamanız, heyecanlı tepkiler vermemeniz konusunda sizi uyarıyorlar.

Turun gece yarısı çıkılanı da var, sabahın erken saatleri ve öğleden sonra olanı da. Sabahın erken saatlerinde hayvanlar dışarıda oluyor ve 5'te 5'i görebiliyorsunuz. (5'te 5: aslan, fil, leopar, gergedan ve manda). Ancak sabah saatleri çok soğuk ve karanlık oluyor.
Turun saat 10'da olanı ise hava sıcaklığı ve ışık açısından daha iyi, ancak hayvanların sadece 5'te 3'ünü görebiliyorsunuz.
Turun bir de saat öğleden sonra 4 gibi yapılanı var, burada da tabi ki 5'te 5'in garantisi yok, ancak sabah saatlerinde yapmayı istemezseniz, bu da bir seçenek.
Bana kalırsa en iyisi, 2 kere safariye gitmek.

Afrikan hayvanları tabi ki 5 büyüklerden oluşmuyor, biz bu hayvanların dışında su aygırı, zürafa, domuz, ceylan, kaplan ve şu an aklıma gelmeyen bir çok hayvan gördük.



Bu arada Sun City'de kaldığımız hotel hayatımda kaldığım en iyi hoteldi sanırım, hotelin linki için tık tık. Odaların, yemeklerin ve çalışanların muhteşemliğinden bahsetmeye başlarsam yazı uzar gider, o yüzden kısaca birkaç şey söyleyebilirim. Bence bizdeki kış aylarında yaz tatili yapmak için mükemmel bir şehir. Şehir çöl olduğu için eğlence anlamında ne yapabiliyorlarsa yapmışlar. Deniz olmadığı için dalga havuzuyla yapay sahil bile yapılmış.



Otelin alt kattaki odaları direkt olarak bir ormana açılıyor ve kapınızı açıp bir babunla karşılaşma ihtimaliniz var. İlk duyduğumda "keşke karşılaşsak" demiştim ancak korkunca agresifleşebiliyorlarmış. Ve tabi ki, babunla karşılaşma ihtimaliniz sadece bizim kaldığımız hotel için geçerli değil.


Bir daha kesinlikle gitmek ve tekrar safariye çıkmak istiyorum. Size de çokçokçok öneriyorum.

Sevgiler,
B.